Friday 31 January 2014

Esbjörn Svensson Trio, Strange Place for Snow, 2002 (Türkçe)


Önceki iki albüm From Gagarin's Point of View ve Good Morning Sussie Soho'nun Avrupa'da oldukça bilinir hale gelmesinden sonra, Amerikalı Sony/ColumbiaSomewhere Else Before adında bir compilation yayımlamaya karar vermiş ve bu albümden sonra E.S.T. New York ve Kanada'da performanslara çıkmıştır. Bu turlar sırasında (Güney Kore ve Japonya da dahil) K.D. Lang ön grubu olarak sahneye çıkar ekip. Bir süre sonra Downbeat dergisinin kapağına yerleşen ilk Avrupalılar olurlar. Tuhaf ismiyle müsemma, caz genre içerisinde tuhaf bir albümdür Strange Place for Snow. (Bir keresinde grup elemanlarının bu ismi bir jakuzi keyfinden sonra odadan çıkmaya çalışırlarken kendilerini bir anda dışarıda kar içerisinde bulmalarının ardından verdiklerini duymuştum.) Bir çok parça grup elemanları ile birlikte doğaçlama yoluyla çok garip yerlere seyahat etmekte. Bu albümden doğaçlama Nordik caz üçlüsü türünde birden fazla baş yapıt çıktığını söyleyebilirim. Özellikle Behind the Yashmak ve When God Created the Coffeebreak parçalarına dikkat. Son parçanın ardından grup elemanlarının 9/11 olaylarına tepkisine ithafen gizli parça September Song da ilginç bir hidden track. Albüm Janne Hansson tarafından Atlantis Stüdyoları'nda Aralık 2001'de kaydedilmiş. (Sadece birinci parça Roam Stüsyoları'nda Ake Linton tarafından 2001'de kaydedilmiş.) Miksaj 2002 Ocak'ta Janne Hansson tarafından yine Atlantis'de gerçekleştirilmiş, masteringi ise Tommy Lydell Atlantis Stüdyoları'nda yapmış. Albüm 2002 yılında ACT firmasından çıkmış; ancak albüm kitapçığında Superstudio Gul ismini de görmekteyiz. Playlist ve yorumlarım şöyle:

(To read the article in English: http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/06/esbjorn-svensson-trio-strange-place-for.html)
  1. Message (Svensson / Berglund / Öström)
  2. Serenade for the Renegade (Svensson / Berglund / Öström)  
  3. Strange Place for Snow (Svensson / Berglund / Öström)  
  4. Behind the Yashmak (Svensson / Berglund / Öström)  
  5. Bound for the Beauty of the South (Svensson / Berglund / Öström)  
  6. Years of Yearning (Svensson / Berglund / Öström)  
  7. When God Created the Coffeebreak (Svensson / Berglund / Öström)  
  8. Spunky Sprawl (Svensson / Berglund / Öström)  
  9. Carcrash (Svensson / Berglund / Öström)
  1. Message: Fırçalarla dokunulan snare'den gelen yumuşak ritim ve uyarı kıvamındaki piyano tonu parçanın ismi ile oldukça uyumludur. Bas piyanoya oldukça aşağıdan eşlik etmektedir. Parça çoğunlukla piyano doğaçlaması ile devam eder. Albüme iyi bir başlangıç yapılmıştır. 
  2. Serenade for the Renegade:  Parçayı dinlemeden önce size parça isimleri ile ilgili genel bir meseleden bahsetmek istiyorum: From Gagarin's Point of View albümüyle birlikte ekip parçalara arkalarındaki anlamları çoğunlukla bilmediğim kafiyeli ve tuhaf isimler koymaya başlamıştır. Girizgah, yayla çalınan kontrbasın distort sesi eşliğindeki piyano tarafından ana temanın sunulması ile gerçekleşir. Magnus Öström -bir kez daha- ilk olarak minimal bir ritim ile parçayı taşırken sonrasında zaman zaman perküsyon ekipmanlarına yönelir. Hem piyanodan hem de davuldan bol bol elektronik katkı duyarız. (biraz reverb, birbiri üstüne binen bozulmalar ve online olarak kaydedilip çalınan sesler.)
  3. Strange Place for Snow: Albümün adı bizi bu parçada karşılar. Piyano, davul ve bas oldukça uyumlu bir şekilde çok yumuşak bir beste çalarlar. Ana tema iki kere tekrarlanır. Esbjörn piyanonun tellerini tutmasının ardından doğaçlamaya başlar. Tansiyon seviyesi devamlı değişir; ancak genellikle kontrol altında tutulur.
  4. Behind The Yashmak: Ve albümdeki favorim çalmaya başlar. Bu parçayı genellikle E.S.T'nin önemini ve doğaçlama gücünü anlatmak için örnek veririm. Parça bir önceki parçanın kalıntılarından yavaş yavaş yükselir. Bu 10 dakikalık baş yapıtın introsu sabit derin vuruşlar ve elektronik destekle gerilimi arttırılmış bir kontrbas ile verilir. Piyano ana temayı bu şartlarda vermeye çalışır ve Esbjörn bir anda doğaçlamayı başlatır. İkinci bölümü bir trionun doğaçlamayı baştan sona nasıl taşıdığını ve bir davulcunun bu tarz bir doğaçlamada ne kadar önemli olduğunu anlamanız için dinlemenizi tavsiye ederim. Bu üçlü bir piyano üçlüsü olabilir; ancak bu parça kesinlikle Magnus Öström'ün parçası. Davulcumuzun yıldırım hızındaki vuruşlarına dikkat edin... Sonuç olarak ortaya çıkan melodiye inanamayacaksınız. Magnus parçayı kesinlikle caz için tuhaf bir yere taşır. Parça, sonlara doğru çok gerilerde transistör radyo tonuna benzer (ama büyük ihtimalle bas tarafından yapılan) bir ses duyulmaya başladığında aniden durur. 
  5. Bound for the Beauty of The South: Bir önceki parçanın onca kalabalık içerisinde aniden bitmesinin ardından huzur verici ve yumuşacık bir beste dinleriz. Çoğunlukla piyanonun önde olduğu ve fırça darbeleri ile çalınan davul eşliğinde bir parçadır dinlediğimiz. 
  6. Years of Yearning: Bu parçadaki melodi yine bana Erik Satie'yi hatırlatan oldukça melankolik bir dokuya sahip. Piyanonun kalın oktavları kader olgusunu hissettirmeye çalışır gibi. Ana tema bittikten sonraki son 30 saniyelik bölümde yayla çalınan bas, parçanın geri kalanından kopuk bir şekilde gizliden gizliye diğer performansa geçiş sağlar gibidir.
  7. When God Created The Coffee Break: Oldukça enerjik başladıktan sonra, melodi doğaçlamalarla ilerledikçe devamlı evrilen bir hale gelir. Esbjörn, her ne kadar bunu yapmayı sevmediğini bilsem de, bu parçada oldukça hızlı ve yumuşak dokunuşlarıyla ne kadar önemli bir piyano virtüözü olduğunu kanıtlar. Burada ortaya çıkan melodi ömrüm boyunca dinleyebileceğim cinstendir. 
  8. Spunky Sparwl: Piyano ana tema için kendisine eşlik eder. Davul ve bas ilk dakika içerisinde walking bir hat takip eder. Sonrasında Dan Berglund solo bir bölüm icra eder. Ardından Magnus Öström perküsyon ekipmanlarıyla renkli katkılar sağlar. Son bölümler Magnus Öström tarafından icra edilir. 
  9. Car Crash: Albümün sonunda çok sakin bir piyano ve bas bizleri karşılar. Umut dolu bir melodi ile başlamış gibi görünse de aynı zamanda verilmeye çalışılan melankoliyi de hissederiz. Parça 1968 yılında bir araba kazasında çok genç yaşta vefat eden İsveç Cazının belki de en önemli ismi Jan Johansson'a ithafen bestelenmiştir. 2008 yılında Esbjörn'ün İsveç'in Jan Johansson'dan sonraki en önemli caz müzisyenlerinden bir diğeri olarak bir dalgıç kazasında ölmesi kötü bir tesadüftür. Gelecek bazı albümlerden izler bulmak mümkündür bu performansta. (Leucocyte'i dinlediğinizde bunu anlayabilirsiniz.) Beşinci ve sekizinci dakikalar arası boştur. Sonrasında, distort edilmiş bir bas ve perküsyon ritimleri eşliğinde 11 Eylül saldırılarına ithaf edilmiş gizli parça September Song'u dinlemeye başlarız. Piyano notaları bütün gürültünün ardında zorla duyulur. Bu E.S.T.'nin en düzensiz performanslarından birisidir. Bence tamami ile doğaçlama çalmaktadırlar. Son dört dakika oldukça sessiz bir kontrbas partisyonunun arka planda elektronik olarak desteklenmesi ile geçer. Sonlara doğru gittikçe solan ve kristal hissiyatında olan piyano dokunuşları kulağımıza çalınmaya başlar. Parçanın bu en son kısmı ilginç bir şekilde bu albümden bir yıl sonra çıkan Seven Days of Falling'in ilk parçası Ballad For The Unborn'a bağlanır. 
Albümden şu örnekleri dinleyebilirsiniz:
http://www.youtube.com/watch?v=y3NmdJKaIAA


Esbörn Svensson Trio ve albümleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için diğer yazılarıma bakabilirsiniz. Albüm incelemelerinin bir kısmı şimdilik sadece İngilizce, yakın zamanda onların da Türkçelerini yayınlayacağım:

Esbjörn Svensson Trio, Tüm Zamanların En İyi Üçlüsü:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/07/esbjorn-svensson-trio-tum-zamanlarn-en.html

Winter In Venice albüm incelemesi:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2014/01/esbjorn-svensson-trio-winter-in-venice.html

Viaticum albüm incelemesi:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2014/01/esbjorn-svensson-trio-viaticum-2005.html

Diğer İngilizce yazılar ise şöyle:

Esbjörn Svensson Trio, The Best Trio of All Times:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/06/esbjorn-svensson-trio-best-trio-of-all_13.html
 
The review for When Everyone Has Gone:
 
The review for Winter in Venice:
 
The review for From Gagarin's Point of View:
 
The review for Good Morning Susie Soho:
 
The review for Strange Place For Snow:
 
The review for Seven Days of Falling:
 
The review for Viaticum:
 
The review for Tuesday Wonderland:
 
The review for Leucocyte:
 
The review for 301:

Esbjörn Svensson Trio, Viaticum, 2005 (Türkçe)


Bu benim ilk E.S.T. albümüm. Evet doğru; E.S.T.'yi Viaticum albümünden beri dinliyorum. Bu aynı zamanda ilk ACT albümlerimden biri. Bu gerçeğin arkasında sebep olarak yaşım durmakta.
Viaticum albümü önceki albüm Seven Days of Falling'e göre ilginçlik ve sıradışılık konusunda grubun bir adım daha ileride olduğu bir çalışma. Viaticum, ölmekte olan bir insanın son yemeği manasına geliyor. Bana göre, E.S.T.'nin en etkileyici ve çekici parçaları bu albümde. Bunu, albümün tüm dünyada 100000'e varan satışlarını da hesaba katarak söylüyorum ki caz türü için böyle bir satış inanılmaz. Bestelenmiş bölümlerdeki başarıların yanında grubun doğaçlama gücü de bu albümde yakından incelenmesi gereken türden. Özellikle bu albümün turnelerinin tüm dünyada oldukça ilgi çektiğini de hatırlatalım. Daha önce E.S.T. için yazmış olduğum yazımda da belirttiğim gibi Türkiye konserleri, katılabilenlerden öğrendiğimiz kadarıyla bir harikaymış. Kendi açıklamalarına göre albümün kayıtlarına rast gelen dünya çapındaki politik belirsizlikler bestelerine oldukça yansımış. Tide of Trepidation parçası Stockholm'deki Tsunami yardım konserinde çalınmış. Albümün kayıtları ve miksajı Janne Hansson tarafından Stockholm'deki Atlantis Stüdyolarında 2004 yılında yapılmış. Mastering CRP kayıtta Claes Persson tarafından gerçekleştirilmiş. Ses kalitesi açısından değerlendirdiğimizde, bence EST'nin o zamana kadar yapılmış en iyi kaydı Viaticum'dur. Albüm 2005 yılında ACT'den çıkmış. Bu albümün aynı zamanda SACD masteringini de bulabilirsiniz. Şarkı listesi ve yorumlarım şöyle: 
  1. Tide of Trepidation (Svensson / Berglund / Öström)
  2. 88 Days in My Veins (Svensson / Berglund / Öström)
  3. The Well Wisher (Svensson / Berglund / Öström)
  4. The Unstable Table & The Infamous Fable (Svensson / Berglund / Öström)
  5. Viaticum (Svensson / Berglund / Öström)
  6. In the Tail of Her Eye (Svensson / Berglund / Öström)
  7. Letter from Leviathan (Svensson / Berglund / Öström)
  8. A Picture of Doris Travelling with Boris (Svensson / Berglund / Öström)
  9. What Though The Way May Be Long (Svensson / Berglund / Öström)
  1. Tide of Trepidation: Harika bir albüm başlangıcı karşılar bizi. Melankolik bir piyano tonu, derin davul vuruşları ve arkada çok iyi tanımlı, sağlam ve zaman zaman melodik bir bas ile desteklenir. İlk iki dakikadan sonra Dan Berglund'un yaylı, melankolik ve elektronik distorsiyon efektli bası parçanın farklı yerlerinde bizi yakalar. Magnus Öström bütün bunların üstüne tansiyonu biraz yukarı çeker. Davulcumuzun bütün performans boyunca devam eden derin vuruşlarına kulak verin. Sanırım Magnus da zaman zaman elektronik kullanıp davul setinden ilginç çıktılar sağlar. Aralarda Esbjörn'ün mırıldanmaları kulağımıza gelir ve ben mırıldayan piyanistleri çok severim.
  2. 88 days in My Veins: Bu baladı andıran parçada lirik ve genellikle soğuk bir piyanoya sabit bir ritim ve bas ile eşlik edilir. Bir süre sonra sanki performansa tansiyon eklemek isteyen ek bir kontrbas duyarız. Ama ilk yokuşu aştıktan hemen sonra asıl gerilimin, piyanonun müthiş bir melodi ile tetiği çektiği ve Magnus Öström tarafından parçanın sonuna kadar devam ettirilen tansiyona ait olduğunu anlarız. Bu parça ile Tuesday Wonderland albümündeki 800 Streets by Feet parçası arasında duygusal bir bağ olduğuna inanıyorum. Bu arada siz bu satırları okurken, trio bu performansı ile beni çoktan öldürmüş ve bu müthiş icra kalbimi olduğu yerden söküp, müziğe vermiştir. 
  3. The Well Wisher: İkinci parçadan üçüncü parçaya geçiş oldukça pürüzsüzdür. Davul ve basın hareketli gibi görünen ritmi üzerinde Esbjörn'ün sakin ve dokunaklı bekleyişleri ve piyanosundaki mat ton parçanın etkileyici unsurlarındandır. Özellikle, Esbjörn'ün tansiyonu kendi haline bıraktığı esnalardan birinde piyano tellerine dokunuşları eşsiz güzelliktedir. İlk üç parça bence dinleyiciyi buz gibi bir doğaçlama gövdeye hazırlayan alıştırma evresi gibidir.
  4. The Unstable Table & The Infamous Fable: Bu parça albümde işlerin daha da "çirkinleşeceğine" dair haberler veren ilk kırılma parçası gibidir. Genellikle "snare"de ve tomlarda gezen davulu dinlerseniz, bu hissettiklerimi siz de hissedebilirsiniz. İlk dakikanın ardından tansiyonun yükseleceğinin sinyalini veren kontrbastaki muhteşem distorsiyonu duyarız. Magnus Öström'ün tüm tansiyonu kontrol altına alan olağanüstü performansına dikkat edin. Esbjörn belli bir aşamadan sonra doğaçlamayı arkadaşlarına bırakıp piyanosunda standart bir ritim tutar. Bu parçada Magnus Öström'ün kickleri bir muhteşemdir. Gerilimin aniden düşmesi ve muhteşem bir piyano solosunun ardından yeniden yükselmesi parçayı albümün ve grubun en önemli performanslarından biri yapar.
  5. Viaticum: Parça albümle aynı adı taşır: ölmekte olan bir insana sunulan yemek. Esbjörn'ün başlangıçtaki çok karanlık ve yavaş metronomlu piyano girişi (largo bile olabilir) insanı adeta depresyona sokar. Ana tema burada çalınan melodidir. Sonrasında Dan Berglund müthiş bir bas tonu ile melodiyi tekrarlar bir vaziyette sahneye gelir. İlk dakikanın ardından Magnus Öström'ün ve bazı elektroniklerin devreye girmesiyle (büyük ihtimalle kontrbas ve Dan Berglund'dan gelir.) parça neredeyse bir uzay filmi soundtrack'ini andırır. Bu bölümler genel sound açısından E.S.T.'nin en önemli albümlerinden From Gagarin's Point of View'ın aynı adlı parçasına benzer diyebiliriz. Esbjörn ana tema üzerinde doğaçlama yaparken, Magnus ritmi oldukça uzun süre devam ettirir. Bu sanırım dinlediğim elektroniğin içine en iyi yedirildiği caz trio parçasıdır. Son da başlangıç gibi bir piyano solosudur. Bu parçayı çok severim ve eminim siz de benim gibi defalarca dinleyeceksiniz bu müthiş besteyi.
  6. In the Tail of Her Eye: Magnus Öström bu çok duygusal parçada fırça kullanır. Dan Berglund ise çok arkalarda ve derindedir. Bu parçada da ek bir yayla çalınmış ve elektronikle desteklenmiş kontrbas duyarız. İpek gibi yumuşak bir bestedir. Enstrümanların aşama aşama durduğu ve elektronik destekli basın ana temayı çaldığı ortaya yakın bölümü çok severim. Sonrasında Magnus Öström kickler ve snare davullarla doldurduğu neredeyse atonal bir solo sunar bizlere. Bu bölüm elektronik olarak desteklenmiş gibi görünse de nerdeyse akustik tonlar ve aslında çoğunlukla Magnus Öström'ün çalarken online olarak kullandığı mikrofonlamalarla yapılmıştır. Solo adım adım biterken Esbjörn sakince dokunmaya başlar piyanosuna. Dan Berglund'un bası ardından üçlü kararı vermiştir ve bu kısım aslında diğer parça için girizgahtır. 
  7. Letter from Leviathan: Yukarıda da anlattığım gibi bir önceki parçanın devamıdır dinlediğimiz. Üçlü doğaçlamanın hemen ardından gelen melodiyi çalmaya devam eder. Magnus Öström genellikle kickleri kullanarak neredeyse bir Orta Asya ritmi verir parçaya. Piyano ve bas ana temayı bazen birbirleri ile konuşarak bir arada çalarlar. Elektronik katkı parçayı oldukça özgün kılar ve doğaçlama bölümleri muhteşemdir.
  8. A Picture of Doris Travelling with Boris: Elektronik olarak desteklenmiş bir piyano kendi içinde dönüyormuş gibi hissettiren bir melodiyi çalar. İnişleri ve çıkışları ile müthiş bir performansla daha karşı karşıyayızdır. Esbjörn çok fazla nefes almamıza izin vermeden, hüzünlü ancak heyecanlı bir hikaye anlatır gibi çalar. Geçiş kısımlarında Dan Berglund'un katkıları ve Magnus Öström'ün bitmek bilmez enerjisi bir kez daha grubun neden bu kadar eşsiz olduğunu gözler önüne serer. Sadece dinleyin; pek de fazla yoruma gerek yok.
  9. What Though The Way May Be Long: Yol çok uzundur ve kulakla 20 dakikadır. Bir önceki parçanın yumuşak ve karanlık sonunu takip eder gibidir parça. Piyano ilk başta aslında kendisine eşlik eder. Bir el melodiyi çalar, diğeri ise ritmi devam ettirir. Ses sanki bilinçli olarak distort edilmiştir. Sonrasında kontrbas ve davul 20-30 saniyelik periyotlarda cesurca sahneye gelir ve gider. Üçüncü dakikadan sonra kontrbasa solo verilir. Çok lirik bir performans dinleriz Dan'dan. Piyano aslında sahneyi hiç bir zaman terketmez. Asimetrik olarak basın hareketlerinin peşindedir. Ana parça altıncı dakikada biter ve 10.30 civarlarında gizli parça depresif perküsyon, bas sesler ve Magnus'un pipet-vari bir şeyi snare'e doğru üflemesi ile oluşturduğunu düşündüğüm seslerle başlar. Piyano'dan daha sonra Leucocyte albümünden duyduklarımıza benzer icralar gelir. Bas sol kanaldan girer ve kimi zaman yer değiştirerek, kimi zaman da ortadan hem çok ince hem de çok kalın tonlardan çalar. 

  10. Albümden bu örnekleri dinleyebilirsiniz:


    Esbörn Svensson Trio ve albümleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için diğer yazılarıma bakabilirsiniz. Albüm incelemelerinin bir kısmı şimdilik sadece İngilizce, yakın zamanda onların da Türkçelerini yayınlayacağım:

    Esbjörn Svensson Trio, Tüm Zamanların En İyi Üçlüsü:
    http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/07/esbjorn-svensson-trio-tum-zamanlarn-en.html

    Winter In Venice albüm incelemesi:
    http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2014/01/esbjorn-svensson-trio-winter-in-venice.html

    Strange Place for Snow albüm incelemesi:
    http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2014/01/esbjorn-svensson-trio-strange-place-for.html

    Diğer İngilizce yazılar ise şöyle:

    Esbjörn Svensson Trio, The Best Trio of All Times:
    http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/06/esbjorn-svensson-trio-best-trio-of-all_13.html

     
    The review for When Everyone Has Gone:
     
    The review for Winter in Venice:
     
    The review for From Gagarin's Point of View:
     
    The review for Good Morning Susie Soho:
     
    The review for Strange Place For Snow:
     
    The review for Seven Days of Falling:
     
    The review for Viaticum:
     
    The review for Tuesday Wonderland:
     
    The review for Leucocyte:
     
    The review for 301:
     


Esbjörn Svensson Trio, Winter in Venice, 1997 (Türkçe)


Winter in Venice Esbjörn Svensson Trio'nun üçüncü stüdyo albümü ve 1997'de çıktı. 1998'de İsveç Grammy Ödülleri'nde en iyi caz albüm ödülünün de sahibi olan bu albüm 1996 çıkışlı E.S.T. Plays Monk ile birlikte üçlünün İskandinavya'da iyice duyulmasını sağladı. Bunun yanında, Esbjörn Svensson'un İsveç Grammy ödülünü aldıkları yıl bir çok pop müzisyeni arasında en iyi besteci ödülünü de aldığını hatırlatmakta fayda var. İsmiyle müsemma, albüm ciddi bir melankoli duygusu altında. Özellikle Semblance Suit ile üçlü gelecek planları hakkında bilgi verir gibi. Bu seriyi üst üste defalarca dinledim. Bu ilk albümlerde Esbjörn'ün klasik manada virtüözitesini açıkça görüyoruz. Her ne kadar nordik caz etkisini hissetsek de ben parçaların çoğunu ana akım caza yakın buluyorum. Kayıt, Johan Ekelund ve Ake Linton tarafından EMI stüdyolarında 20-22 Ağustos 1997 tarihinde gerçekleştirilmiş. Miksaj ise yine 1997'de 6-8 Ekim'de Johan Ekelund ve Bernard Löhr tarafından Little Big Room'da yapılmış. Mastering de Johan Ekelund'a ait. Albüm Superstudio Gul tarafından çıkarılmış; ancak şu an lisans hakkı ACT'de. Parça listesi ve yorumlarım şöyle:

(To read the article in English: http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/06/esbjorn-svensson-trio-winter-in-venice.html)
 

  1. Calling Home (Esbjörn Svensson)
  2. Winter in Venice (Esbjörn Svensson)
  3. At Saturday (Esbjörn Svensson)
  4. Semblance Suite in Three or Four Movements - Part I (Esbjörn Svensson Trio)
  5. Semblance Suite in Three or Four Movements - Part II (Esbjörn Svensson Trio)
  6. Semblance Suite in Three or Four Movements - Part III (Esbjörn Svensson Trio)
  7. Semblance Suite in Three or Four Movements - Part IV (Esbjörn Svensson Trio)
  8. Don't Cuddle That Crazy Cat (Esbjörn Svensson)
  9. Damned Back Blues (Esbjörn Svensson)
  10. In The Fall of Things (Esbjörn Svensson)
  11. As The Crow Flies (Esbjörn Svensson)
  12. The Second Page (Esbjörn Svensson)
  13. Herkules Jonssons Lat (Esbjörn Svensson)
  1. Calling Home: Melodik bir giriş iki kere tekrarlanır ve girizgahın hemen ardından bas ve piyano arasında geçen çok sıkı bir diyaloğa tanık oluruz. Hemen ardından üçlünün doğaçlaması başlar. Açıkçası bu parçada Dan Berglund'un yumuşak tonuna hayranım. Magnus Öström bir yıldırım gibi hızlı ve ani ataklarla tansiyonun kontrolünü devamlı elinde tutar. Esbjörn tek kelimeyle müthiştir. Piyano partisyonlarını dinlerken neredeyse yüzünü görür ve piyanonun tuşlarına dokunan Esbjörn gibi hissederim. Son bölümde, giriş kısmı tekrarlanır ve piyano ile bas arasındaki diyalog daha melankolik ve bas yoğun bir şekilde yenilenir. 
  2. Winter in Venice: Esbjörn Svensson'un kristal saflığındaki dokunuşları ile gerçekleştirilen uzun ve güzel piyano solosu kış duygusunu bize aktarır. Bu solonun ardından davul ve bas sahneye gelir. Magnus Öström fırça kullanırken, Dan Berglund Esbjörn Svensson'a çok dipten ve yavaşça eşlik eder (neredeyse Charlie Haden'a benzer). En son bölümde, Esbjörn bazen daha kısa ve mat sesler oluşturmak için piyanonun tellerini tutar. 
  3. At Saturday: Derin ve hızlı bas, bu melankolik parçada diğerleri tarafından takip edilir. Ana tema doğaçlamalar arasında duyulur. Ne zaman düşüp ne zaman yükseleceği belli olmayan tansiyon neredeyse karasızdır.
  4. Semblance Part I:  İsminden de anlaşılabileceği gibi bu parça bir dörtlü serinin ilk parçasıdır ve normal olarak bir girizgah karakterindedir. Dan Berglund'un bu parçadaki solosu oldukça başarılıdır. Magnus Öström genellikle zillerdedir. Sonlara doğru Esbjörn ile biraz umutlanırız. 
  5. Semblance Part II: Esbjörn'ün piyanodaki yaratıcılığı inanılmazdır. Bu parçayı dinlerken neredeyse dizlerimin üstüne çökerim. Girişten hemen sonraki bölüme dikkat edin. Ne müthiş bir bas tonu... Piyanonun içine yapılan çok hafif bir dokunuş çok naif bir ses üretir ve davul ile basa uyumu sağlar. Magnus bu parçada bir davulcudan daha çok perküsyonist olarak karşımıza çıkar.
  6. Semblance Part III: Piyanodan gelen oldukça karanlık üç nota bize hoşgeldin der ve bu üçlünün farklı konfigürasyonları şarkı boyunca devam eder. Dan Berglund kontrbası dramatik bir hikayeyi anlatır gibi yayla çalar. Parça giderek azalan piyano dokunuşları ile sona erer. 
  7. Semblance Part IV: Semblance-ların sonuncusu kontrbasın eşlik ettiği piyano ile başlar. Sonrasında piyano ana temayı ele alır. Magnus Öström genellikle arka plandadır. İlk yarıdan sonra, piyano ve davul oldukça kontrollü ve yumuşak bir şekilde doğaçlamaya başlar.
  8. Don't Cuddle That Crazy Cat: Bu parça neredeyse ana akım bir caz parçası gibi başlar. Müzisyenlerin arasındaki simetrik uyum zaman zaman terkedilir ve asimetrik bir eşlik gerçekleştirilir.
  9. Damned Back Blues: Başka bir ana akım etkisi altındaki parça (çok derin bir blues tadı da içerir) diğer parçanın sonu ile çok iyi bir uyum oluşturur şekilde karşımıza çıkar. Bence E.S.T. bu parçalarla standart modal doğaçlamalarda da ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Magnus Öström'e ait partisyonlara dikkat. Ziller üzerindeki kontrolü ve hızı inanılmazdır.  
  10. In The Fall of Things: Kristal netliğindeki yumuşak piyano elle çalınan snare davul eşliğinde parçaya başlar. Bas arka planda kalmayı tercih etse de zaman zaman ana temayı çalar. Şarkının yumuşaklığı doğaçlama bölümlerinde bile yok olmaz. 
  11. As The Crow Flies: Piyano girişini dinlerken kışı, karı ve soğuğu hissederiz. Magnus Öström yine çoğunlukla zilleri kullanır. Dan Berglund, her ne kadar yürüyen bir bası takip etse de, zaman zaman tüm ölçüyü değiştirir. Bas solosu dip basları olduğu kadar, tiz tonları da içerir. Magnus Öström sololarıyla piyano ve bas partisyonlarını birbirine bağlamakta oldukça iyidir. Girişteki melodi son bölümde tekrarlanır. 
  12. The Second page: Bu parça My Back Pages'tan esinlenilen ismiyle, Bob Dylan'a ithaf edilmiştir. Girizgah derin ve melodik bir bas ile yapılır. (Genellikle Lars Danielsson'dan duyduğumuza benzer.) Kontrbas tarafından verilen ana tema piyano tarafından geliştirilir. Bütün bunlarla tutarlı bir şekilde, Magnus Öström fırçaları alır eline tekrar. Kışı tekrar hissederiz.
  13. Hercules Jonssons Lat: Albümün sonu umut dolu piyano tonu ile Esbjörn Svensson'dan duyulur ve eşlikler buna uygun olarak naif ve dokunaklıdır. 
Albümden şu örnekleri dinleyebilirsiniz:
http://www.youtube.com/watch?v=RHgSxOeBNvg
http://www.youtube.com/watch?v=abu4HVf5yoE&feature=relmfu

Esbjörn Svensson Trio ve albümleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için diğer yazılarıma bakabilirsiniz. Albüm incelemelerinin bir kısmı şimdilik sadece İngilizce, yakın zamanda onların da Türkçelerini yayınlayacağım:

Esbjörn Svensson Trio, Tüm Zamanların En İyi Üçlüsü:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/07/esbjorn-svensson-trio-tum-zamanlarn-en.html

Strange Place for Snow albüm incelemesi:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2014/01/esbjorn-svensson-trio-strange-place-for.html

Viaticum albüm incelemesi:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2014/01/esbjorn-svensson-trio-viaticum-2005.html

Diğer İngilizce yazılar ise şöyle:

Esbjörn Svensson Trio, The Best Trio of All Times:
http://fatih-erkan.blogspot.com.tr/2012/06/esbjorn-svensson-trio-best-trio-of-all_13.html
 
The review for When Everyone Has Gone:
 
The review for Winter in Venice:
 
The review for From Gagarin's Point of View:
 
The review for Good Morning Susie Soho:
 
The review for Strange Place For Snow:
 
The review for Seven Days of Falling:
 
The review for Viaticum:
 
The review for Tuesday Wonderland:
 
The review for Leucocyte:
 
The review for 301:
 
 

Monday 20 January 2014

Magnus Öström Band was in İstanbul for Searching for Jupiter Concert on January 18th 2014 at Salon İKSV



I took the early morning flight from Ankara to İstanbul on January 18th. It was cold as usual for winters in Ankara but warm in İstanbul. The sun was shining when I was being transferred from the airport to my hotel at Taksim melting the ice in my ears, which caused me to think that the concert at night would be among special ones. Taksim was crowded in the middle of the day again with many sounds, smells and moving things. Too much even for a multi-processor Virgo brain to perceive easily... 

I met some of the musicians from the band as well as some other friends before the concert and talked about many things - some stayed in my mind, some forgotten. I know that many musicians prefer to stay at the hotel and get rest before the concert to maximize the concentration for the performance. I think I should do the same as a music listener too in order to get the best from performances, since I usually spend a lot of brain effort.

In my opinion, playing music and listening to music is a kind of collaborative process. Surely, playing is at the source and even there is not a listener, the meaning of the music still exists. However, for musicians who have chosen to share and present, we, as listeners, are here to gain what they give. Within this condition, we can describe the process as a collaborative one. Unfortunately, majority of today's music listener consists of people who are in need of being entertained by music. This trend can be easily proven by low album sales, low interest to music reviews, noisy concerts with beers, iPADs and iPhones in people's hands and audience talking to each other, taking photos&videos while trying to follow the performance. Since listening to a concert must be a social event, a dedicated music listener is always affected and get uncomfortable with these cheap trends when the performance is a sophisticated one based on nuances. More than that, these dedicated listeners from time to time choose to stay at home to listen to music only from albums. It is hard for a musician to complain about these things happening during concerts when he/she is trying to present music to a wider audience. You can do that only if you are ready to get over the reactions, which may describe you as just an obsessive old person and/or a musician overstating himself/herself. As a summary, if you care about your musical performance like it is a renaissance paint, you have a little chance to be approved only if you are Keith Jarrett.

Well what is the relation between Magnus Öström Band's concert at Salon İKSV on last Saturday and what I have written above? The relation is that I am a dedicated music listener and there are some "listener" sourced problems in the concert disturbing my critical listening a lot. I was a lot more obsessive in past; but now I got used to these things in time and I could follow what was going on at the stage even there were lots of interference around. However when photographers with clicks, smart phone users with large LCD screens and even iPAD users walked around from time to time and the drinking people started to talk and laugh, the situation became unbearable. You will be surprised when you will learn that I am accused of pulling the hair of the boy sitting in front of my seat when I tried to warn him by touching to his shoulder and tell him to stop closing my view of stage by his smart phone. This interruption was some minutes long. When you live in Turkey you should get used to live with these silly things.

Fortunately, I achieved to keep on listening to the wonderful performance on the stage and here I tried to gather what has left in my mind.

The sounds came before the musicians. It was like the first day of creation of earth: sounds of movements of big land parts and eruption of hot dense water from the ground... Then on coming to the stage the band made an introduction part sounding like -in my opinion- what we hear in the first piece of Miles Davis' Bitches Brew, Pharaoh's Dance. The album started after this introduction and the first four pieces are played in the same order with the album started from The Moon (And The Air It Moves). The impressive first piece was very promising for the later parts of the concert with many aspects. 

Dancing At The Dutchtreat is like a sophisticated glitch between two heavy performances like it is in the album. Bassist Thobias Gabrielsson and Andreas Hourdakis were successfully in harmony when the tension of the music tended to increase in this performance. I should again mention the clock-like accuracy and clearness of Magnus Öström's drumming. 

Daniel Karlsson tried a very different partition on piano for Mary Jane Doesn't Live Here Anymore compared to what we hear in the album for this piece. I generally -kind of- remembered Esbjörn Svensson's tone from Daniel Karlsson especially in the pieces which are composed by Magnus Öström as a kind of ballad for Esbjörn. Mary Jane Doesn't Live Here Anymore is such a piece.

With its mystic name, the title track Searching For Jupiter was among the pieces in the album that let the band do many extra things within the composed bars. The introduction part given by Daniel Karlsson's piano, the lightning fast crashes of Magnus Öström at the end of first part which is linked to Andreas Hourdakis' hopeful guitar tone and the last energetic part producing a heavy metal band's sound were all performed very well.


An authentic arrangement for the concert was linking the depressive Weight of Death from previous album Thread of Life to the hopeful Through The Sun from Searching for Jupiter. Let me make a flashback here to E.S.T. going back to before 2000's. Many careful listeners can easily recognize that EST's early records do not contain pieces which are explicitly named with dead-related titles. Until the Viaticum in 2005, we see two implicitly named pieces: "Pavane, Thoughts of a Septuagenarian" in Good Morning Susie Soho reminding us the melancholy in getting old and "Car Crash" in Strange Place for Snow which is dedicated to Swedish jazz musician Jan Johansson, who died in 1968 by a car accident. Viaticum can be described as the last food/bread a human being eats before dying and the album as a whole is related to death even just with this title. Letter from The Leviathan (a sea monster) is another link to the death when we think about Esbjörn Svensson's scuba diving accident after three years. Although Tuesday Wonderland was a little bit more hopeful record, the last album Leucocyte showed us that the main theme of the band became the meaning of this world and our life as time passed: What is earth? What is jazz? What is birth? What is life? What is death? What is eternity? When we come back to Magnus Öström's own albums Weight of Death from Thread of Life was like a part of this continuum. In my opinion, the title track and At The End of Eternity are the followers of this melancholy in Searching for Jupiter.

We learned from Magnus Öström before the performance Happy And The Fall that this composition was for his three year old son and the symbolization is that people should learn to stand up when fallen down - just like a happy child falling down and learning to stand up himself/herself.

At The End Of Eternity already includes a long drum solo in the album. We had a very different and long one from our magician Magnus Öström in the concert whose beginning is dominated by toms without any crashes or hi-hats. The rests between some passages and the tensional final part of this solo were amazing. 

Piano Break Song was played in the encore. The ending part of this piece turned out to be a very different melody and rhythm in time and I felt like I am listening to a piece from Weather Report. Thus, we may say that the concert started with Miles Davis and ended with Wayne ShorterIn between we had contemporary jazz, rock and fusion.

İKSV Salon is one of my favourite performance halls all around the country with its great acoustic conditions and qualified equipment. Adding Magnus Öström and his friend's good soundcheck to this, the resultant sound design was just perfect. Especially the sound from drum kit is just flawless. The drum solos from Magnus Öström produced a real clean and an organic output. The electronic ingredients coming especially from Thobias Gabrielsson and keys from Daniels Karlsson were as clean as their acoustic counterparts.

Note: The photos used in the review were taken by official photographer of İKSV Salon, Ali Güler.

Sunday 19 January 2014

Fazıl Say & Serenad Bağcan İlk Şarkılar-First Songs Ankara Concert, January 15th 2014

This review is prepared just after the amazing concert given by world famous Turkish pianist and composer Fazıl Say and singer Serenad Bağcan in Nazım Hikmet Congress and Art Center on January 15th, coinciding with the birthday of one of the most famous Turkish poets, Nazım Hikmet. Being a very important figure both as a performer and a composer in international classical music stage for years and having an impressive discography which is full of symphonies and sonatas, Fazıl Say lately released his first songs album consisting his compositions going back to 20 years ago and based on poems of prominent poets in Turkish Literature. This album has drawn considerable attention in Ankara as well as it has drawn all around the country. Already having a very well reputation among Turkish audience with his each work so far, Fazıl Say succeeded again a full house for the concert as a result of the interest in this album. I think it won't be wrong for me to say that it is the first time this much different cultural parts of Turkey have listened to Fazıl Say. He, himself, also told us a confirming story of the taxi driver demanding from him to release such an album during the concert. Fazıl Say, as he said between pieces, has worked a lot to build a bridge over the gap between the instrumental music and Turkish audience and in my opinion he is so successful in doing that. For all these reasons above, the attendees to the concert on January 15th evening were not only consisted of just long time followers of his classical works such as me but also many people fascinated by wonderful compositions in the last album.

Although there is no intermission in the concert we can analyse it in two parts. The first part was consisted of Fazıl Say's noteworthy solo performances whereas the second part was allocated for the album "İlk Şarkılar" (first songs) during which singer Serenad Bağcan has accompanied to Fazıl Say's piano as it was in the album.



The first part has started with solo piano performance of "Rhapsody in Blue" and "Summertime", which you can find in Fazıl Say's Gershwin album played with New York Philharmonic directed by Kurt Masur and released in 1999 from TELDEC. I listened to the album version of Rhapsody in Blue from Fazıl Say and Bilkent Symphony Orchestra in the first part of Ankara premiere of Fazıl Say's İstanbul Symphony. The solo performance was really something that should not be missed. The performance of Summertime, which is now shown to be one of the most important jazz standards and said to be inspired from Dvorak or Tristan chords of Wagner or else defined by its composer George Gershwin as a lullaby, presented the talent of piano virtuoso Fazıl Say to us with its many ghost notes.



We then listened to a composition of Fazıl Say called "Ses" (the sound). Afterwards, a solo arrangement for the last part of a BBC ordered Fazıl Say's composition, "Bodrum" of "Dört Şehir Piano and Violoncello Sonato" (Four Cities), whose world premiere is performed in London in 2012, is very well performed to us. This arrangement of Bodrum, which tells us some stories about the cosmopolitan holiday town of Turkey with its melodies inspired from Turkish Modal Music's piece "Yıldızların Altında"(Under The Stars) and Turkish Folk Music's piece "Uzun İnce Bir Yoldayım"(of famous Turkish troubadour Aşık Veysel), presented an alternative final to the original composition describing an arguing. Instead of the uncomfortable dialogue of the cello and piano in the original composition in the closing part, we have listened to jazz variations of some famous themes of Paganini and Mozart, which has been played by Fazıl before in some other works. I know that Fazıl Say likes playing and listening to Jazz. When I saw that Antalya Piano Festival invited Brad Mehldau in 2012, since Fazıl Say is advisor of this festival I have made a connection in my mind between his interest in contemporary jazz, Brad Mehldau and this concert. At the time I have heard the composition Bodrum, I started to think that he is fond of improvising and carrying a big responsibility of creating the contemporary jazz in Turkey, for which I think actually dedicated Turkish jazz musicians should work. I hope we can listen to a dedicated jazz trio album from Fazıl Say after the Gershwin album. I think, getting so successful with the album "İlk Şarkılar" and making it one of the most important work in songs with Turkish lyrics, Fazıl Say will most probably be able to create a world famous jazz album like his classical works.

The solo part is ended by "Kara Toprak" (black earth) performance who is dedicated to the young people killed in latest Taksim Gezi Park events in Turkey. "Black Earth", is the title track in Fazıl Say's 2003 album and it gets both its main theme and name from the famous Turkish troubadour Aşık Veysel's immortal piece symbolizing the troubadour's connection to the nature and the earth with strong links and showing his gratitude to the nature for its loyalty in feeding him. I have listened to this performance lively from Fazıl Say several times as an encore and this last one was again very very impressive.

In the second part, Fazıl Say presented us the singer Serenad Bağcan who impressed me deeply in the album. All pieces in the album are performed in a different order and from time to time in a different arrangement due to some missing instruments compared to the album.

Firstly, the composition made for the famous Turkish poet Nazım Hikmet's Memleketim" (my country) poem is performed. This piece was originally in Fazıl Say's Nazım Hikmet Oratorio work. This poem had been written by the poet during last parts of his life when he was in Russia and longing for his dear country.

Then, two compositions for two poems of Metin Altıok, who has a special place in both Fazıl Say and his family's heart but has been killed in a fire at a hotel put on by radical Islamist in Sivas (a city of Turkey) Events in 1993, have been performed respectively: "Düşerim" (I fall), whose another version you can find as the first track of Fazıl Say's "Metin Altıok's Ballad" and the saddest piece of the album, "Bu Kekre Dünyada" (in this pungent world).

Serenad Bağcan gave a theatrical and an impressively harmonic performance to the compositions of Fazıl Say which almost have a resolution that can be defined in the order of syllables. I found her a technically perfect and a very successful singer in adding emotion to what she sings.

After these three beautiful performances, we have listened to the composition of Cemal Süreyya's poem "Dört Mevsim" (four seasons) which carries love and sorrow at the same time. There are songs that have a magic power to keep on playing in your ears even when they stop. "Dört Mevsim" is such a song. When it ends, I felt like sounds stood still on the ceilings and spirits of the audience for a long while.

Afterwards, the enthusiastic and march like song written for a thousand years old poem "Akılla Bir Konuşmam Oldu" (I talked with the mind) of Ömer Hayyam, which is like a manifest almost describing the narrow minded people behind the dark current situation in Turkey and carrying also the proposal of Descartes from 1600's "I think, therefore I am", spread to our ears and souls.

The poems Can Yücel's "Sardunyaya Ağıt" (ballad for geranium- flower) written in his imprisoned time around 70's for executed young revolutionist Deniz Gezmiş and Pir Sultan Abdal's "Sordum Sarı Çiğdeme" (I asked yellow crocus) have become the lyrics for next songs in the concert. The concert ended with the song "İnsan İnsan" (people people) of Muhyiddin Abdal's poem following the two songs for two poems of Orhan Veli "Efkarlanırım" (I become sadden) and "İstanbul'u Dinliyorum" (I listen to İstanbul).

I think one of the most impressive parts of the concert happened when Serenad Bağcan was moving her arms like wings of an angel during the performance of last piece consistent with the angel metaphor used by Fazıl Say for describing Muhyiddin Abdal to the audience. The introduction part of this song, which is performed by Cem Adrian with a voice at a high pitch in the album, has been successfully achieved by reverberated vocal of Serenad Bağcan.

The standing ovations lasted for a long time. I think the level of the ovation is not as much as it was in Fazıl Say's usual classical music performances. In my opinion, this may also be resulted from Fazıl Say's calling to audience to the autograph session just before the last performance. The queue for the autograph was really long. As a summary, Ankara audience experienced a good concert. The big hall of Nazım Hikmet Congress and Art Center is far away from being a good concert hall but I can say that the sound design of the concert was fairly good.

Friday 17 January 2014

Aramak Bizi Ayakta Tutar, Magnus Öström Searching for Jupiter ile 18 Ocak'ta İKSV Salon'a Geliyor.


1993'te başlayan ve 2008'e kadar devam eden aktif Esbjörn Svensson Trio periyodu boyunca melankoliyi, tekniği, çalışkanlığı, mütevaziliği, uyumu ve dostluğu bir araya getirip sese ve müziğe dönüştüren üç güzel insanı tanıdı caz dünyası. Caz dünyası dediğime bakmayın; her şehre, her türden müzik dinleyen bünyeye aktı, bu hissiyatı yüksek İsveçli müzisyenlerin progresif rock, caz ve klasik müzik etkisi altındaki özgün besteleri ve performansları. Efsunu, sihri biz E.S.T. fanlarınca bir türlü çözülemeyen özgün yaratımın en saf ürünleri besteler, ruhların doğaçlamanın tedavi edici ellerine terk edildiği tansiyon delisi canlı performanslar ve her şey bittiğinde neyi nereye koyacağını bilemeyen çocuk saflığında yüzünüze bakan sizden bizden insanlar... 

Bütün bunlar Esbjörn Svensson'un 2008 yılındaki zamansız ölümü ile birlikte aniden durdu. Dinleyiciler ilahi bir duvara çarpmış gibi sarsıldılar. Cazın akışını değiştirmeye doğru koşan insan nasıl olurdu da 44 yaşında bir dalgıç kazasında ölüverirdi. Ama ölmüştü işte. Yapacak bir şey yoktu. Tıpkı üçlünün kendilerini topyekün doğaçlamaya emanet ederek albüm kayıtları yaptıkları ilk dönemin sonlarına denk gelen 2002 Strange Place for Snow albümündeki Behind The Yashmak parçasının devamlı yükselen tansiyonunun şarkının bir anda bitivermesi ile sona ermesi gibi, her şey en tepedeyken, daha da iyiye giderken bir anda bitmişti. Dinleyiciler, Esbjörn'ün ölümünden önce Sydney 301 stüdyolarında kaydedilmiş ve masterı bitmiş Leucocyte albümünü bir vasiyeti dinler gibi dinlediklerinde, eserin sıradışılığıyla bu büyük kaybın acısını daha da derinden hissederek yaşadılar. Devam eden süre zarfında da bir çok yeni hayran, onları kimi zaman ağlayarak, kimi zaman da evdeki en sert içkiyi önlerine çekerek dinlemeye devam etti. 2012 yılında sürpriz 301 albümü 9 saatlik Sydney kayıtlarından geri kalanlar olarak piyasaya çıktığında yine heyecanla geçtik CD ve plakçalar başına.

Bütün bu yukarıda anlattıklarım olurken E.S.T.'yi E.S.T. yapan davulcu Magnus Öström ve basçı Dan Berglund ne yapıyorlardı diye soran olursa şunları anlatabilirim: Bir kere ilk yıllar çok zor geçti. Bir anda düşülen duygusal boşluk ve çöküntü, hemen ardından gelen bir nevi iş kaybı, bakılması gereken aileler ve sürdürülmek zorunda olan bir hayat... Hem iyimser hem de kötümser bir laftır aslında: "Hayat devam ediyor." Etti de. Önce Dan Berglund, Tonbruket adındaki grubu ile 2010 yılında, sonrasında da Magnus Öström, ekibiyle 2011 yılında kendi albümlerini yapmaya ve yine ACT firmasından yayımlamaya başladılar. İlk albümlerin kaybı ve acıyı taşıyan albümler olduğunu söylemek mümkün. İsimlerinden açıkça anlaşılabilecek iki ağıt çıktı bu albümlerden: Song for E Dan'dan, Ballad for E Magnus'dan geldi. Magnus Öström'ün ilk albümü Thread of Life'da bu parça, Esbjörn Svensson Trio ile daha önce sahneyi paylaşan ünlü gitarist Pat Metheny ve eski dost Dan Berglund eşliğinde çalındı. Magnus Öström'ün albümünün daha yoğun bir hüzün dokusuna sahip olduğunu söyleyebiliriz. 

E.S.T hatırası bu iki grup İstanbul için çok özeldi. O kadar özeldi ki, Esbjörn ve arkadaşlarının o soğuk Kuzey Avrupa kışlarından birinde jakuzi keyfinden sonra, içeride gezinirken kendilerini bir anda karın ortasında bulmalarından sonra albümlerinden birine koydukları Strange Place for Snow adı dönüp gelip İKSV Caz Festivali'nin her sene Caz İçin Tuhaf Bir Yer konseptinde organizasyonlar yapmasına bile sebep oldu. Bu organizasyonlara her iki grup da katıldı. Tonbruket 2011 ve 2013'te iki albüm daha yayımladı. Dan Berglund ve ekibi yakın zaman önce Ane Brun'un konserinde çalmak ve Nubium Swimtrip adındaki kendi son albümlerinden parçalar da icra etmek üzere yine İKSV Salon'daydı. Magnus Öström ise 2011 albümünde yer alan ekipte piyano tarafında küçük bir değişiklik yaparak 2013'te son albüm Searching for Jupiter'i yayımladı. 2012 yılında Magnus Öström ekibi ile Sabancı Müzesi'nin bahçesinde ilk albüm Thread of Life'ı çaldı. İkiliyi bir arada gördüğümüz proje 2013 yılında E.S.T. Symphony olarak karşımıza çıktı ve ikili şehirler özelinde değişen line-uplarla Hans Ek'in düzenlemelerini orkestra eşliğinde çaldı. İstanbul da onlar için özeldi. Projenin Stockholm'deki dünya prömiyerinin hemen ardından gelinen ilk şehir yine festival kapsamında İstanbul oldu. Ekip Rotterdam'daki sıkı konserden sadece üç gün önce İstanbul'da da muhteşem bir konsere imza attı. 

Şimdiye kadar okuduğunuz bütün bu bahislere vesile olan sıradaki İstanbul konseri ise yeni albüm Searching for Jupiter turu kapsamında Magnus Öström, Daniel Karlsson, Andreas Hourdakis ve Thobias Gabrielsson tarafından 18 Ocak'ta İKSV Salon'da gerçekleştirilecek.

Magnus Öström'ün ilk albümdeki ağır melankoliyi yeni albümde bir kenara bıraktığını söylemek biraz zor. Çocukluk arkadaşını ve müzikal manada var olmasının sebeplerinden birini yitirmenin verdiği acıyla ortaya çıkan Thread of Life, Magnus Öström'ün hem gideceği yön, hem de E.S.T.'deki yeri hakkında bize biraz fikir vermişti. Trio'nun albümlerini dinlediğimde hissettiğim Magnus'un o progresif tarzı, zaman zaman icrasına dahil ettiği rock ritimleri, fusion eğilimi ve üçlünün genel olarak tansiyon ayarlarında aldığı rol ilk albümde gördüğüm ipuçlarından bazılarıydı. Özellikle bu albümün başlangıcı ile 2008 Leucocyte'de Magnus Öström'ün tahmin ettiğimden de fazla rol aldığını anlamıştım. Yeni albüm Searching for Jupiter ismiyle müstesna biraz daha umut dolu bir albüm olmakla birlikte melankoliyi, fusion etkisini ve progresif akışı yine içinde barındıran bir albüm. Albümün adı bir yerde bir arayışı simgeliyor. Anlamını, sebebini bilemese de hayatın ona yaşattıklarını anlamak için hala bir arayışta Magnus. Arayış belki de onu ayakta tutuyor. Jupiter Roma'lılarda bütün tanrıların kralı. Magnus her şeyin sebebi olanı bulamayacağını bilse de aramak istiyor belki de. Şiirle ilgili olduğunu bildiğim davulcumuz, işte bütün bu acıyı ve arayışı artistik bir bakışla ve bir şair inceliğinde çok sıkı bir albüme dönüştürmüş bence. 

Albüm adında ve yapısında Pink Floyd'un Dark Side of The Moon eserini bulunduran ilk parçasıyla progresif stilini gözler önüne seriyor: The Moon (And The Air It Moves). Bu parçayla birlikte E.S.T.'nin başarısının arkasında saat keskinliğindeki Magnus Öström vuruşlarının çok önemli bir rol oynadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak şunu da belirtmekte fayda var; ilk parçayla birlikte her ne kadar ilk albüme göre daha melodik bir albüm dinlemeye başlamış olsak da genel olarak üçlünün melodi departmanından sorumlu olduğunu düşündüğüm Esbjörn'ün yokluğunda beste anlamında hem Magnus'un hem de Dan'ın sizi hemen yakalayan ve uzun süre bırakmayan E.S.T. melodilerine pek yaklaşamadıklarını görüyoruz. Tabii bunda Esbjörn'ün üçlünün rock ve progresif stili içerisinde ekibi devamlı caz tarafına çeken ağdalı olmaktan uzak büyülü dokunuşlarının eksikliğinin de etkisi var.

İkinci parça Dancing at Dutchthread ile birlikte ilk albümden alışkın olduğumuz şarkıdan şarkıya ani duygu değişiklikleri ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu parçada ciddi bir özgünlük seziyorum. Bu özgünlük Magnus Öström'ün E.S.T.'nin davulcusu olmaktan çok kendi grubunun lideri olan ECHO ödüllü bir müzisyen olarak kendi sesini yakalaması ile ilgili.

Mary Jane Doesn't Live Here Anymore, örümcek adam ve sevgilisi metaforu ve yumuşacık melankolisi ile aramızdan zamansız ayrılan Esbjörn'ü hatırlatıyor bizlere tekrar.  Evet, Mary Jane artık burada yaşamıyor ama mutlu. Örümcek adam artık hayatına kaldığı yerden devam edebilir.

Albümle aynı adı taşıyan parça son derece agresif ve gizemli bir başlangıç ile dokunuyor algılayıcılarımıza. Searching For Jupiter, Magnus Öström'ün kendi özgün yolunda ilerlediğini gösteren bir diğer eser bence. Magnus'un inanılmaz hızlı hi-hat vuruşları ile biten ilk bölüm sanki büyük bir güce karşı koyuyor gibi. Andreas Hourdakis'in etkileyici gitar solosu ile o yüce güce boyun eğildiğini ve barış sağlandığını hissediyorum. Şarkının ana temasına dönen son bölümden hemen önce Rage Against The Machine çağrışımları yapan ritimler kulağımıza çalınıyor. Tabii bu parçada soramadan duramıyoruz tekrar: Magnus Öström'ün kaç kolu ve ayağı var?

Alacakaranlık kuşağı girişini andıran Hour Of The Wolf yalnızlık ve korku duyguları içerisinde. Parçadaki gizemli hava birbiri üstüne binen reverbler ile sağlanmış.

Through The Sun, albümdeki umut adalarından birisi. Piyano ve gitar ile taşınan ana tema neredeyse pastoral. Size çok tuhaf gelebilir; ama bir süre davul dışındaki bütün enstrümanları silin: Evet, Magnus Öström davuluyla neredeyse melodiyi çalıyor. 


Eğlencenin ve hüznün bir arada gezdiği Happy And The Fall'da piyanist Daniel Karlsson çok dikkat çekici bir performans sunuyor. Jules and Jim's Last Voyage parçası ismini Franz Hessel'in Jules and Jim kitabından ve aynı isimli filmden almış gibi. Gitarist Andreas Hourdakis'in havada asılı kalan minörleri ve basçı Thobias Gabrielsson'un kaderi andıran derin bas vuruşları bu psychedelic parçanın dikkat çekici unsurları.

Son parça adıyla ve bestesiyle beni 5 yıl öncesine götürmekte. Leucocyte albümünün, Ab Initio, Ad Interim(1 dakikalık boş kayıt), Ad Mortem  ve Ad Infinitum (Doğum, Yaşam, Ölüm ve Sonsuzluk) dörtlemesiyle gelen sonunun bir devamı gibi görüyorum bu parçayı. "Hayat Devam Ediyor"u hatırlıyoruz yine.

Evet hayat devam ediyor. Magnus Öström arayışı sırasında kim bilir daha ne albümler yapacak. Gelin hep birlikte bu güzel albümü Magnus Öström ve arkadaşlarından dinlemeye 18 Ocak'ta İKSV Salon'a gidelim.

Thursday 16 January 2014

Fazıl Say & Serenad Bağcan İlk Şarkılar Ankara Konseri, 15 Ocak 2014


Bu yazı, Fazıl Say’ın Nazım Hikmet’in doğum günü 15 Ocak’ta Ankara Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi’nde Serenad Bağcan ile verdiği muhteşem “İlk Şarkılar” konserinin hemen ardından kaleme alındı. Fazıl Say’ın 20 yıl önce ülkenin çok önemli şairlerinin şiirlerini besteleyerek ortaya çıkardığı şarkılardan oluşan “İlk Şarkılar” albümü ülkemiz genelinde olduğu gibi Ankara’da da büyük ilgiyle karşılanmıştı. Zaten yaptığı tüm işlerde Türk dinleyicisinin ilgisini toplayan dünyaca ünlü değerli müzisyenin bu son eserine olan ilginin sonucu salon tıklım tıklımdı diyebilirim. Fazıl Say’ın da konserinde albümü yapmaya karar vermesine sebep olan o taksici ile sohbetinden aktardığı gibi, belki de sözlü müzikal eserlere ve şarkılara daha ilgili olan Türk Halkı ilk defa bu kadar farklı kesimleri ile besteci ve piyanist Fazıl Say’ı dinliyor diye yorumlamam sanırım yanlış olmaz. Fazıl Say, kendisinin de şarkı aralarında belirttiği üzere, yıllardır enstrümantal ve senfonik eserler ile Türk Halkı’nın ilgisi arasında bir köprü kurmak için çalışmakta ve bana göre bu konuda da oldukça başarılı. İşte bu sebeplerden, 15 Ocak akşamı Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi’ne Fazıl Say’ı dinlemeye gelenler sadece benim gibi kendisini yıllardır yakından takip eden klasik müzik severlerden değil, son şarkılar albümündeki müthiş bestelerin o karşı konulmaz çekiciliğine kapılan insanlardan da oluşmaktaydı.

Her ne kadar arasız olsa da, konseri iki parça halinde ele alabiliriz. İlk bölüm Fazıl Say’ın çok önemli solo performanslarına ayrılırken, ikinci bölümde "İlk Şarkılar" albümünü, piyanodaki Fazıl Say’a vokalde Serenad Bağcan eşliği ile dinledik.

İlk bölüm, Fazıl Say’ın 1999'da TELDEC firmasından basılan ve Kurt Masur yönetimindeki New York Filarmoni ile kaydettiği o eşsiz Gershwin albümünden Fazıl Say’a ait orkestra ve piyano düzenlemeleri ile dinleyebileceğiniz "Rhapsody in Blue" ve "Summertime" parçalarının solo piyano icraları ile başladı. Ben albümdeki "Rhapsody in Blue" düzenlemesini İstanbul Senfonisi’nin Ankara prömiyerindeki ilk bölümde Fazıl Say ve Bilkent Senfoni Orkestra’sından dinlemiştim. Solo performans gerçekten kaçırılmaması gereken türdendi. Kimi zaman sadece bir opera eserinin parçası olarak gösterilen, kimi zaman Dvorak'tan kimi zaman ise Wagner'in Tristan akorlarından esinlenildiği iddia edilen, George Gershwin'in kendisinin ise bir ninniye benzettiği ve günümüzde caz standartlarının en önemlilerinden biri olarak gösterilen "Summertime" da esleri ve hayalet notaları ile piyano virtüözümüzün bir çok hünerini gözler ve kulaklar önüne seren bir performans oldu.

Ardından Fazıl Say’ın "Ses" bestesini dinledik. Sonrasında, 2012 yılında BBC siparişi ile bestelenen ve aynı yıl Londra’da prömiyeri yapılan "Dört Şehir Piyano ve Viyolonsel Sonatı"nın son bölümü "Bodrum" çok etkileyici bir solo icra ile sunuldu bizlere. Fazıl Say’ın Türk Sanat Müziği’nden "Yıldızların Altında", Türk Halk Müziği’nden de "Uzun İnce Bir Yoldayım" melodilerine yer verdiği, caz düzenlemeler içeren ve kozmopolit Bodrum’u anlatan bu beste, orijinal düzenlemesinde viyolonsel ve piyano eşliğiyle verilen kavga finaline alternatif olarak Fazıl Say’ın daha önceden bildiğimiz Mozart ve Paganini’ye ait temalara yaptığı caz varyasyonlarla tamamlandı. Fazıl Say'ın cazı sevdiğini biliyorum. Sanat danışmanlığı yaptığı Antalya Piyano Festivali'ne 2012 yılında Brad Mehldau'nun gelişini, yine kulağıma ortak arkadaşlardan çalınan Brad Mehldau hayranlığına bağlamıştım. Bodrum'u dinledikten sonra ise Fazıl Say'ın doğaçlamadan fazlaca hoşlandığını ve belki de Türkiye'de aslolarak caz müzisyenlerinin yapması gereken çağdaş caz üretiminde de sorumluluğun önemli bir kısmını yüklendiğine karar verdim. Umarım Gershwin albümü ardından doğaçlamalar içeren ve belki trio düzeninde kaydedilmiş bir caz albümü dinleyebiliriz ileride Fazıl Say'dan. Öyle zannediyorum ki "İlk Şarkılar" ile Türkiye'deki en önemli Türkçe sözlü eserlerden birine imza atan Fazıl Say, kaydedeceği bir trio caz albümde de, klasik müzik eserleri gibi dünyaca ünlü olabilecek önemli bir albüm ortaya çıkaracaktır. 

Solo bölüm, Fazıl Say’ın yakın zamanda Gezi olaylarında hayatını kaybeden gençlere ithaf ettiği "Kara Toprak" performansıyla sonlandırıldı. Fazıl Say’ın 2003 yılında Naive firmasından "Black Earth" adında çıkan ve aynı adı taşıyan albümün ilk parçası olan bu çalışma, Aşık Veysel’in aynı adlı ölümsüz eserinin ana teması üzerine yapılmış muhteşem bir solo piyano düzenleme. Fazıl Say’ın bir çok konserinde bis performansı olarak dinlediğim bu eser, 15 Ocak gecesi yine tarifi zor güzellikte icra edildi.

İkinci bölümde Fazıl Say’ın sunumuyla birlikte sahneye albümde hepimizi oldukça etkileyen Serenad Bağcan geldi. Albümdeki bütün parçalar farklı bir dizilimle ve zaman zaman albümde yer alan enstrümanların konserde olmayışı sebebiyle farklı düzenlemelerle icra edildi. 

İlk olarak, Nazım Oratoryosundan da hatırlanabilecek olan, Nazım Hikmet’in yaşamının sonlarına doğru memleketinden uzakta hasret içinde yazdığı eşsiz "Memleketim" şiirine yapılan beste çalındı. 

Sonrasında Fazıl Say’ın ailesi ile birlikte derin bağlarla bağlı olduğu, 1993 Sivas Katliamı'nda bu hayattan koparılan değerli şair Metin Altıok’un iki şiirinin kullanıldığı iki ayrı beste ard arda icra edildi: Fazıl Say’ın "Metin Altıok Ağıtı" adlı eserinde ilk parça olarak farklı bir düzenlemeyle yer verdiği "Düşerim" ve albümün en acı dolu şarkılarından biri olarak karşımıza çıkan "Bu Kekre Dünyada". 

Serenad Bağcan, Fazıl Say’ın adeta heceler ile ifade edilebilecek çözünürlüğe sahip eserlerine, şaşırtıcı derecede uyumlu ve neredeyse tiyatral bir vokal eşlik sundu. Kendisi hem albümde, hem de bu canlı performansta ses tekniği çok iyi olan ve şarkılara duygu katmayı çok iyi bilen bir sanatçı olarak karşımıza çıktı. 

Çok etkileyici üç performansın hemen ardından, Cemal Süreyya’nın aşkın ve hüznün iç içe geçtiği "Dört Mevsim" şiirinin bestesini dinledik. Bittiği anda kulağınızda devam ediyormuş gibi gizli güçleri olan şarkılar vardır. "Dört Mevsim" tam öyle bir şarkı işte. Şarkı bittiğinde salondaki sesler sanki bir süre havada ve ruhlarda asılı kaldı. 

Sonrasında bin yıl öncesinden günümüze seslenen, 1600’lerde yaşayan Descartes’in “Düşünüyorum; o halde varım.” savını bile içeren, günümüzde üzerimize üzerimize gelen karanlığın müsebbiplerini de tasvir edercesine yazılmış ve adeta bir Ömer Hayyam Manifestosu olan "Akılla Bir Konuşmam Oldu" şiirinin mısralarına yazılan coşkulu şarkı kulaklarımıza ve ruhumuza seslendi. 

Can Yücel’in hapisteyken Deniz Gezmiş için yazdığı "Sardunya’ya Ağıt" ve Pir Sultan Abdal’ın "Sordum Sarı Çiğdeme" sırasıyla çalınan diğer eserlerin sözlerini oluşturan şiirlerdi. Konser Orhan Veli’nin sihirli melankolisini çok iyi anlatan "Efkarlanırım" ve "İstanbul’u Dinliyorum" şiirlerinin ardından çalınan Muhyiddin Abdal’a ait "İnsan İnsan" için bestelenmiş şarkı ile sona erdi. 

Sanırım konserin en etkileyici kısımlarından biri, Serenad Bağcan'ın, son şarkıyı, Fazıl Say'ın konserde Muhyiddin Abdal için kullandığı metafora uygun olarak, kanat çırpan bir melek gibi kolları havada söylemesiydi. Şarkının albümde Cem Adrian tarafından oldukça ince bir tondan icrası ile gerçekleştirilen giriş kısmının Serenad Bağcan'a ait hafif "reverb"lü performansı çok ama çok özeldi. 

Konser sonrası salon, müzisyenleri uzun süre ayakta alkışladı. Fazıl Say'ın klasik müzik performanslarına kıyasla daha kısa ve daha az coşkuluydu alkış. Sanırım biraz da Fazıl Say'ın hızlı bir şekilde sizlere imza vermek için dışarıda olacağız gibi bir şey demesi ile de ilgili olarak bis gerçekleştirilmedi. Konser sonrası çok uzun bir imza kuyruğu oluştu. Özet olarak Ankaralılar 15 Ocak'ta iyi bir konsere tanıklık ettiler. Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi'nin büyük salonu iyi bir konser salonu olmaktan uzak; ama Fazıl Say konserinin ses tasarımının başarılı olduğunu söyleyebilirim.